Saime, avluda bulunan banyodaki bakır kazanı yakmış, içerisi neredeyse hamam gibi olmuştu. Koluna girdiği kayınvalidesi Lamia’yı yavaş hareketlerle getirerek, hamam tahtasının üzerine oturttu. Yaşı iyice ilerlemiş Lamia’nın gözleri de artık iyi göremediği için kendi başına yıkanamıyordu uzun zamandır. Daha yapılacak çok iş vardı Saime için. Çocukları yıkayacak, ardından dünya kadar çamaşır onu bekliyordu.
Lamia’nın örüp, tepesinde topladığı seyrelmiş saçlarını çözerken, birazdan yine kıyafet işkencesi başlayacağı için söylenmeye başlamıştı Saime. Gençliğinden beri yaz-kış lahana gibi kat kat giyinirdi Lamia. Kısa donun üzerine paçalı uzun don, onun üzerine fanila, üzerine uzun kollu, gecelik niyetine giyinilen içlik ve nihayet günlük giyeceği kıyafete gelirdi sıra. Giyinmesi kadar, soyunması dert olduğu gibi bunca kıyafetin yıkanması da ayrı bir dertti gelini için. Bu kadar çok giyinmesinin sebebi sorulduğunda ise “Öyle demeyin kızım. Dünyanın bin türlü hali var. Ya sokakta yürürken başıma bir kaza gelirse, ya ayağım takılıp düşersem, ya kalbim durur ölürsem. Beni yerden kaldırmaya çalışırken el alemin adamları bir tarafımı görmesin” diye yanıtlardı.
Vasiyeti bile vardı Lamia’nın “Öldükten sonra beni camideki kadınlar değil, kızlarım yıkasın. Yoksa vallahi size sütümü helal etmem” derdi. Hatta İstanbul’da ziyarete gittiği kızının evindeyken 17 Ağustos depremine denk gelmiş, birçok kişinin yaz sıcağında kısa donlarla can havliyle kendini sokağa attığını görünce, nasıl da haklı çıktığını günlerce söyleyip durmuştu.
Sadece 80 yaşındaki Lamia değil aynı kaygılar birçok kadın için de geçerliydi aslında. Ne zamandı, pek hatırlamıyorum ama yapılan bir araştırmada özellikle yalnız yaşayan kadınların çoğunluğunun banyoda şofben zehirlenmesinden ölmekten korktuğu belirlenmişti. Neyse ki doğalgaz çıktı da bu endişeden kurtulmuş olduk. Öldükten sonra kimsenin bedenini çıplak halde görmesini, mahremiyetini ihlal etmesini istemiyorlardı çünkü. Ölü de olsa yabancı gözler değmesin istiyorlardı, sanki bir suç işlemiş gibi.
Galiba kadınların bu kaygılarının en çok erkekler farkındaydı. Öldükten sonra bile olsa canlarını incitmek, onurlarıyla oynamaktan anlaşılması güç bir zevk alıyorlardı. Önce Muş Varto’da rastladık Ekin Wan’ın cansız çıplak bedenine. Ardından geçtiğimiz günlerde Cizre’de iki kadın, öldürüldükten sonra çıplak bedenlerinin başlarında Lamia’nın deyimiyle ‘el alemin’ adamlarının bulunduğu erkek müsveddeleriyle görüntülendi.
Sosyal medyada paylaşılıp durdu bu fotoğraflar. Kimileri kamuoyu yaratmak için fotoğrafların teşhir edilmesi gerektiğini savunurken, kimileriyse çoktan amacına ulaşmıştı. Yeterince alçaltmış, utandırmış olduklarını düşünüyorlardı muhtemelen. Olayın geçtiği yerin Cizre’de olduğunu yalanlayan Şırnak Valisi, Cizre’deki ‘başarılı’ operasyona gölge düşürmek için atılan bir iftira olduğunu söylemişti. Erkek zihniyetinin egemen olduğu futbol tribünlerinden “Aşk bodrumda yaşanıyor güzelim” şeklinde açılan pankartla gönderme yapılan Cizre’deki vahşet bodrumlarından cansız bedenler otopsi yapılamayacak kadar tanınmaz halde çıkartıldı. Sağlam kalan cesetlerse soyularak teşhir edildi.
Bu olayla bir kez daha hatırlanan Ekin Wan’ın annesi Delal Eltürk, kızının çıplak bedenini teşhir ederek, onları alçalttıklarını sananların yanıldığını söyleyerek, “Ben kızımla gurur duyuyorum. Bizim başımız diktir. Bu onların ayıbı” dedi.
‘Başarılı’ operasyonlarda yürütülen psikolojik savaşın kadın bedeni üzerinden yürütülmesi artık “münferit” olarak açıklanamaz bir sapkınlığa dönüştü. Onlar yaptıklarıyla övünürken, cümle mahlukat adına insan denen yaratıkların yaptığından utanıp, yok olmak istedi.
Dünyaya yanlışlıkla insan olarak gelen sapık zihniyetliler, sizinle aynı havayı bile solumak istemezken, o kirli elleriniz ve gözleriniz kadınların bedenine değmesin artık. Ne Lamia’nın ne Ekin Wan’ın ne de diğerlerinin… (BD/HK)
* Fotoğraf: Diyarbakır Valiliği/AA